Halo Etkisi Üzerine Düşünceler


                Halo veya Hale etkisi, bir kişinin olumlu bir özelliğinden yola çıkarak diğer pek çok olumlu özelliği olduğunu da varsaymak demektir. Biz bu etki altında iken beynimiz, kişinin başının üzerinde bir hale varmış gibi düşünür, bir çekim altındadır. Buna ilk izlenim yanılgısı veya olumlu önyargı da denir. En klasik örneği, güzel görünen birinin aynı zamanda zeki, iyi, eğlenceli olarak kabul edilmesidir.

                Sevdiğim ve Youtube kanalının sıkı bir takipçisi de olduğum psikolog Beyhan Budak’ın bir kitabını okurken bu kavrama rastlayınca, kavramın benim hayatımda da etkisi olduğunu fark edip üzerine düşündüklerimi yazmak istedim. Bu noktada kitaptan* biraz alıntı yapacağım:

            Bir kişinin namaz kıldığı için daha onu tanımadan şefkatli olduğunu, bir kişinin eğitim seviyesinin yüksek olması sebebiyle daha kibar olacağını varsaymak halo etkisine örnek olabilir. İlk izlenimimizin o insanın kişiliğini tamamen yansıttığına inanmak bizi yanlış seçimler yapmaya itebilir. Hepimizin bir ilişki için ideal partner beklentisi vardır diye düşünüyorum. Örneğin; anlayışlı, kibar, sakin, sosyal, inançlı, paylaşımcı, macerasever vb. gibi. Gördüğümüz kişide bu özellikleri çağrıştıracak şeylerin olması, o kişinin böyle olduğu anlamına gelmez. Günümüzde her şeyin gerçeği değil temsili bulunmakta. İnsanlar kendilerine belirli imaj hedefleri belirleyip bir nevi insan avına çıkabiliyorlar. Aslında hiç öyle olmamasına rağmen dindarmış, entellektüelmiş, romantikmiş, yardımsevermiş gibi davranan birçok insan var. Bu insanlar imajlarını tamamen, vaat ettikleri kişiliğe göre dizayn edebiliyorlar. Dinledikleri müzikler, sosyal medya hesapları, giyim tarzları bu “mış gibi” imajı desteklemek üzere kurgulanmış olabiliyor. Bir ilişkiye başlarken halo etkisi tuzağına düşmemek için, o kişinin vitrinine değil uzun vadede yaptıklarına bakmamız gerekir. Öbür türlü bizi bekleyen şey kocaman bir hayal kırıklığı olacaktır. 

            Bunun hayatımızdaki en bariz etkisi, zihnimiz kişinin tek bir olumlu özelliğine odaklanmış ise onun olumsuz tüm davranışlarına izin verme eğiliminde olacaktır. Böylelikle o kişiye ilişkin sağlıklı bir muhakeme gerçekleştiremeyiz ya da en azından bunu zamanında gerçekleştiremeyebiliriz. Bu olumsuz davranışları, bilhassa tanışıklığımız yeni ise hiç fark etmeyiz veya otomatik olarak gözardı ederiz. Kısa vadede ise fark etsek de başka adlandırma ve anlamlandırmalara başvurarak (“aslında öyle yapmak istemedi, öyle demek istemedi”, “aslında kızdığı şey şuydu” gibi) yine zihnimizi gerçekten, özden uzak tutarız ve bunu o olumlu özelliğe tutunmaya devam ederek yaparız. Zihnimize bile bile lades dedirtiriz, sağlıklı düşünce sürecimize farkında olmadan çomak sokarız.

            Bu ölçüsüz izin verme halinin kişiliğimiz üzerinde şüphesiz yıkıcı etkileri olacaktır. Çünkü halo etkisi ile kapılınan cazibe alanından uzun süre çıkılamayabilir, öyle ki bu o  kişiye ilişkin bir nevi patolojik bağımlılık yaratabilir. Bu bağımlılık yüzünden kişinin kendini koruma kalkanı ortadan kalkabilir ya da bu kalkanın düzeyi çok çok düşebilir. Neticeten sağlıksız ve illüzyon dolu bir zihinsel ortam yaratırız kendimize ve öz benliğimizi yoksayma eğilimimiz artar, bağırmakta olan gerçeğe kulak tıkarız.

            Yazıyı bitirmeden geçen hafta Netflix’te ( bir diğer ifadeyle “neksflixsş” 😊 selam olsun Murat Övüç’e) izlediğim bir belgeselde de, “halo etkisi” denmeden halo etkisinin anlatıldığını düşünüyorum. Ceza adaletiyle ilgili çok çok dikkat çekici bir deney bu. 100 Humans isimli belgeselin ilk bölümünde, “İyi bir görünüm seni hapisten uzak tutar mı?” sorusunun cevabı aranıyor. Suçlular çekici olduğunda insanların onlara karşı sempati besleyip beslemediği değerlendiriliyor.

            Deneyde iki ayrı kontrol grubundan kendilerini bir hakim gibi görerek suçlulara verecekleri cezaları belirlemeleri isteniyor. Suçlar birebir aynı, işlenme tarzları ve araçlar aynı. Sadece bir gruba çekici kişiler gösteriliyor diğer gruba ise daha az çekici olanlar.

            Daha az çekici olan suçlular için kontrol grubunun değerlendirmeleri epey acımasızca. “Ona müebbet verirdim” veya “Bence kendisi de uyuşturucu satmakla kalmıyor aynı zamanda kullanıcı, başkalarına daha çok zarar verememeli 13 yıl ceza verirdim” deniyor.

            Çekici olan suçlular için ise kontrol grubunun epey toleranslı davrandığını görüyoruz. “Bence silaha sahip olmasının nedeni sadece kendisini korumaktır, çünkü uyuşturucu satıcılığı gerçekten tehlikeli bir iş. Eğitim alarak ıslah olması ve topluma kazandırılması mümkün görünüyor. Bu yüzden ona 7 yıl ceza verirdim.” şeklinde. Netice itibariyle tüm örneklerde ortaya benzer tablolar çıkıyor ve görünüm itibariyle daha çekici olan suçlulara bariz şekilde daha az ceza verilmesi uygun bulunuyor.

            Hem Beyhan Bey’in kitabında anlattığı Halo Etkisi hem de 100 Humans’taki bu deneyin sonucu, bana hayatın attığı bu zarın (çekici olma, güzel/yakışıklı olma vs.) etkilerinin aslında ne kadar büyük olduğunu gösterdiği için çok ilgi çekici geldi. Çünkü zihnimizdeki değerlendirme çarkına böylelikle bir çomak sokulmuş oluyor. Düşünce sürecimiz bir zaafiyet ile malul oluyor.

            Bu halde aklıma şu sorular geliyor, sağlıklı ve gerçeğe en yakın muhakemeyi nasıl yaparız? Hatta bir adım ileriye götüreyim. İnsan (sadece üçüncü kişilere ve olaylara ilişkin değil) kendisine, kendisinin özünde kim olduğuna ilişkin gerçekçi bir değerlendirme yapabilir mi? Kendimizle, beklentilerimizle ilgili gerçekçi olabilir miyiz? Yoksa kendimize dair değerlendirmelerimizde bile kendi kendimizi yönlendirip manipüle mi ederiz -bilinçli veya bilinçsiz- ?

______________________________________________________________________________________

* Uzm. Klinik Psk. Beyhan Budak, Senin Suçun Değil, İnkılap Yayınevi, İstanbul 2020, s.117-118
           

Yorumlar

Popüler Yayınlar